atatürk videoları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
atatürk videoları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9/14/2010

nutuk yirmibirinci bölüm

    9/14/2010 08:30:00 ÖS   No comments

İstanbul'a geri çağrılışım Anadolu’ya dahil olalı bir ay olmuştu. Bu müddet zarfında bütün ordular aksâmıyla temas ve irtibat temîn edilmiş



İstanbul'a geri çağrılışım
Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 Haziran 335’te İstanbul’a Harbiye Nâzırı tarafından davet olunduğumu ve mahrem sualim üzerine kimler tarafından ve ne için talep edildiğimi, ricâlimizden bir zatın haber verdiğini vaktiyle bi’l-münâsebe vuku bulan beyânâtımda ifade etmiştim. O zat, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti makamında bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, İstanbul ile vuku bulmuş olan muhaberâtın bir kısmı umûmca ma’lûm olmuştur. Bu muhaberât, Erzurum’da istifa ettiğim tarihe kadar muhtelif harbiye nâzırlarıyla ve doğrudan doğruya saray ile devam etmiştir.

Anadolu’ya dahil olalı bir ay olmuştu. 

Bu müddet zarfında bütün ordular aksâmıyla temas ve irtibat temîn edilmiş ve millet mümkün olduğu kadar tenvîr edilerek teyakkuz ve intibâha getirilmiş, teşkilât-ı milliye fikri taammüme başlamıştı. Vaziyet-i umumiyeyi artık bir kumandan sıfatıyla sevk ve idâreye devam imkânı kalmamıştı. Vuku bulan davet emrine adem-i itaat ve adem-i icâbet gösterilmiş olmakla beraber millî teşkilât ve harekâtın sevk ve temînine devam etmekte olduğuma göre şahsen asi vaziyete geçmiş olduğuma şüphe edilemezdi. Bundan başka ve bilhassa tatbikine karar verdiğim teşebbüsât ve icrââtın esaslı ve şedîd olacağını tahmin güç değildi. Binâenaleyh teşebbüsât ve icrââtın bir an evvel şahsî olmak mahiyetinden çıkarılması ve bütün milletin vahdet ve tesanüdünü temîn ve temsil edecek bir heyet namına olması elzemdi.

nutuk yirminci bölüm

    9/14/2010 08:26:00 ÖS   No comments

İstanbul hükümetini, teşebbüsât-ı milliyeye mümânaattan sarf-ı nazar ettirmek, Avrupa'dan bir şey beceremeden dönen Ferit Paşa'ya çektiğim şifre



Ferit Paşa'ya şifre
İstanbul hükümetini, teşebbüsât-ı milliyeye mümânaattan sarf-ı nazar ettirmek, muvaffakiyet için sür’at ve sühûleti mûcib olacağından mühimdi. Bu mülâhaza ile Ferit Paşa’nın bi’t-tabi hiçbir şeye muvaffak olamayarak, adeta muhakkar bir surette İstanbul’a avdetinden istifade ederek, kendisine 16 Ağustos 335 tarihinde bir şifre telgraf yazdım. Bu telgrafta başlıca şu cümleler vardı:

Mösyö Clemenceau’nun zât-ı fahamet-penâhîlerine olan mufassal cevapnâmeleri, ahîren mütâlaa-güzar-ı çâkerânem olduktan sonra, Dersaadet’e nasıl bir hamûle-i ye’s ü âlâm ile muâvedet buyurduklarını takdir ediyorum ……….. ……………………….. ……………………………………………………… …………………………………………………………………………………………………. ………………………………. taksim ve imhâ kanaatini bu kadar bâriz ve haysiyet-şiken gösteren bir ifade karşısında titremeyecek ferd-i hassas tasavvur edemem. Cenâb-ı Hakk’a binlerce hamd ü sena edelim ki milletimiz ruhundaki azm ü celâdetle tarihî hayat ve mevcudiyetini ne tevekküle ne de böyle cellâdâne hükümlere hiçbir zaman kurban etmeyecektir.

Şimdi pek eminim ki zât-ı fahamet-penâhîleri, bugünkü vaziyet-i umumiyeyi ve menâfi-i sahiha-i devlet ve milleti üç ay evvelki nazarlarla görmüyorlar. Dokuz aydan beri iş başına gelen kabinelerin daima, biribirinden fazla zaafa uğraması ve nihayet maalesef artık meflûc bir menzeleye inmesi haysiyet-i âliye-i milliye karşısında cidden pek hazin oluyor. Muhakkaktır ki vatan ve millet mukadderâtı için dahilen ve haricen mesmû ve sahib-i kelâm olmak mutlaka irâde-i milliyeye istinâd ile meşrûttur.

Hakk-ı hayat ve istiklâli için çalışan milletin maksadındaki nezahet ve ciddiyete mukabil hükümet-i merkeziye hasım vaziyet almak cihetini iltizâm ediyor. Bu tarz-ı hareket bi’t-tabi mûcib-i esef-i azîmdir. Milleti, hükümet-i merkeziyeye karşı arzu edilmeyen hareketlere sâik olabilecek mahiyettedir. Gayet samimî arz edeyim ki, millet, her türlü irâdesini ikaa muktedirdir. Teşebbüsâtının önüne geçebilecek hiçbir kuvvet mevcut değildir. Hükümet-i merkeziyenin menfî teşebbüsâtı hiçbir tarafta ve hiçbir kimse tarafından cây-i tatbik bulamamaya mahkûmdur. Millet, çizdiği program dairesinde gayet kat’î ve sarîh hatvelerle maksadına yürümektedir. Hükümet-i merkeziyenin şimdiye kadar olan mümânaatkâr teşebbüslerinin hiçbir tarafta hiçbir tesir yapamamakta olmasıyla hakikat-i vaziyetin takdir buyurulmuş olacağına şüphe yoktur.

İngilizlerin irâe eyledikleri tarîkte çare-i halâs aramak dahi abestir ve bi’n-netice mûcib-i hüsrandır. Maahaza, İngilizler dahi en nihayet kuvvetin millette olduğunu takdir ederek hiçbir istinâdı olmayan ve millet namına hiçbir taahhütte bulunamayan ve bulunsa bile milletçe mutâ’ olamayacak olan bir heyet-i hükümetle neticeli bir işe girişmek mümkün olamayacağına kani olmuşlardır. ………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………

Bütün temenniler şu merkezdedir ki hükümet, meşrû’ olan cereyân-ı milliye karşı mümânaatkârlıktan feragatle Kuvâ-yı Milliye’ye istinâd ve her türlü teşebbüsâtında âmâl-i milliyeyi rehber ittihâz eylesin. Bunun için de mevcudiyet ve irâde-i milliyeyi temsil edecek olan Meclis-i Mebusan’ın en kısa bir zamanda in’ikadını temîn eylesin!

nutuk ondokuzuncu bölüm

    9/14/2010 08:21:00 ÖS   No comments

Bugün vâsıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen millî musîbetlerin intibâhı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.



millî musîbetlerin intibâhı
Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden, uzun ve teferruatlı beyânâtım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâdlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar tebârüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim.

Efendiler, bu beyânâtımla, millî hayatı hitam bulmuş farzedilen büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenid, millî ve asri bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.

Bugün vâsıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen millî musîbetlerin intibâhı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu neticeyi, Türk gençliğine emanet ediyorum.


Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebed muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbâlinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbâlde dahi seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezâhür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.

Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bi'l-fiil işgal edilmiş olabilir. 


Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahîm olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbâlinin evlâdı! İşte, bu ahvâl ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!

nutuk onsekizinci bölüm

    9/14/2010 08:18:00 ÖS   No comments

Efendiler, mebus olan Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve kumandanlar, Komplo tertip edenlerin meclise ve efkâr-ı umumiyeye karşı ordu ile yapmak istedikleri blöf meydana çıkarıldı



Komplo tertip edenler
Efendiler, mebus olan Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve kumandanlar, orduda siyasetle alâkadar unsur bulunmasındaki mahzuru takdir ederek, bu bâbdaki teklifimi hüsn-i telâkki ve bana fiilen itimatlarını izhâr ettikten sonra Cevat ve Cafer Tayyar Paşaların müfettişlik ve kumandanlıkta kalmaları câiz görülemezdi. Binâenaleyh derhal askerî vazifelerine hitam verildi. Yerlerine icap edenler tayin ve keyfiyet Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nce umum orduya ta’mîmen tebliğ olundu.

Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalara, Müdafaa-i Milliye Vekâleti tarafından bir emir tebliğ olunarak, yerlerine tayin olunan zevâta vezâif-i askeriyelerini ale’l-usul devir ve teslim ve inbâ ettikten sonra

Meclis’e dahil ve vazife-i teşriiyelerini ifaya mezun olabilecekleri bildirildi. Bu husus Başvekil tarafından Meclis Riyâseti’ne de resmen bildirildi.


Meclis’e girmiş olan Kâzım Karabekir ve Fuat Paşalar, Meclis ’ten çıkarıldı. Fuat Paşa vazife-i askeriyesini hitama erdirmek üzere, tekrar Konya’ya gitti. Kâzım Karabekir Paşa, Sarıkamış ’tan gelecek olan halefine intizâren Meclis haricinde kalmaya mecbur edildi. Mebusluklarını muhafaza etmek isteyen iki kumandanın ordu ile alâkası kat’ olundu. Bu suretle komplo tertip edenlerin Meclis’e ve efkâr-ı umumiyeye karşı, ordu ile yapmak istedikleri blöf meydana çıkarıldı.

Efendiler, 1 Teşrinisani 1924 günü Meclis’in ikinci ictimâ senesi idi.


Bu münasebetle, celseyi ben küşâd ettim. Mutat nutkumu irad eyledim. Ben, riyâset kürsüsünü terk ettikten sonra, Fevzi, Fahrettin, İzzettin, Ali Hikmet, Şükrü Naili Paşaların istifanameleri ve Başvekil Paşa’nın, orduda kumanda tebeddülüne ait 31.10.1924 tarihli tezkeresi sıra ile okundu. Meclis, 5 Teşrinisani günü ictimâ etmek üzere, celse tatil edildi.

Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa, 1 Teşrinisani 1924 tarihli bir tezkere ile Meclis Riyâseti’ne mürâcaat ederek, Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nin, kendisini Meclis’e iltihaktan menettiğinden şikâyet etti. 5 Teşrinisani günü, Meclis’te okunan bu tezkerede, Kâzım Karabekir Paşa diyordu ki: “İstifamdan beş gün sonra (30.10.1924 Cuma günü akşamı geceleyin) Müdafaa-i Milliye Vekili’nin Sarıkamış’tan gelecek olan asilin vürûduna kadar beni Meclis’e iltihaktan alıkoymak isteyen bir tebliğini aldım.” Tezkere, şu cümle ile hitam buluyordu: “Mamafih bu hususta, salâhiyettar olan Meclis-i Âli’nin kararına intizâr eylediğimi arz eylerim.”

Kâzım Karabekir Paşa, Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne de aynı tarihte bir tezkere yazarak, “devir ve teslim vesilesiyle gayr-i muayyen bir müddet için vazife-i teşriiyeye devam etmemekliğim tebliğ buyuruluyor.” “İstifa ettiğim gün, asile intizâr bahsi ileri sürülmemişti.” “Beş gün sonra bilmem neden böyle bir vesile ihdâs buyuruldu,” “Meclis’e iltihak ettikten sonra velev muvakkat bir surette olsun tekrar bir vazifeyi kabul, hem arzuma, hem de Büyük Millet Meclisi’nin kararına mütevakkıf olduğundan keyfiyeti mezkûr Meclis Riyâseti’ne yazdığımı arz eylerim.”

Efendiler, “ordumuzun teali ve takviyesi için” lâyihalar takdim ettiğinden bahseden ve onlar nazar-ı dikkate alınmadığından “teessür ve yeisim fevkalâdedir” diyen sâbık müfettiş paşa, memleketin üçte birine şâmil koskoca bir orduyu, keyfinin istediği anda, beş satırlık bir kâğıtla başsız bırakmanın ne kadar hafif ve ordunun teali ve takviyesi nokta-i nazarından esas olan inzibatı ne derece muhil bir hareket olduğunun fârıkı görünmüyor. Nazar-ı dikkate alınmadığını iddia ettiği raporları ve lâyihalarıyla yapamadığı işi, devletin bir ültimatom aldığı ve ondan dolayı fevkalâde olarak topladığı Meclis’te yapmaya kalkıştığını dermeyan eden Müfettiş Paşa, kendisi gibi hareket eden arkadaşlarıyla beraber pek nâ-münasip bir zamanda, orduya ne fena bir anarşi numunesi gösterdiğini anlamak istemiyor...

Ordumuzun, tealisi için, fikir ve mütâlaalarının takdir görmediğinden muğber olan zat, vezâif-i askeriyenin devr ü tesliminin kanunî bir vazife olduğunu, ordunun selâmeti, idâre ve inzibatı için onu yapmaya mecbur bulunduğunu bilmez gibi görünüyor...

Uhdesindeki vazife-i askeriyenin hitam bulduğunu Meclis’e resmen bildirecek makamın, ona vazife-i askeriye vermiş olan makam olmak tabii bulunduğunu nazar-ı dikkate almıyor..

Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa’nın Meclis Riyâseti’ne olan tezkeresini müteakib Başvekil’in bir tezkeresi ve iki melfûfu da okundu.

Başvekil Paşa, Karabekir Paşa’nın, Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne olan mürâcaatını ve Vekâlet’in ona verdiği cevâbı aynen Meclis’e arz ediyordu.

Müdafaa-i Milliye Vekili, Kâzım Karabekir Paşa’nın, bütün müddeayât ve mütâlaatının doğru olmadığını izah ettikten sonra ona “Ordu Müfettişliği’ne ait vezâif ve mahrem vesâikin bizzat” halefine devr ü teslim ve imhâsını tekrar teyid ve emrediyordu.

Acaba, bu son ihtardan sonra, Sâbık Müfettiş Paşa, anlamış mıdır ki vatanın müdafaası için ordusuna müteallik mühim vazifeyi, mahrem vesâiki devlet onun şahsına emniyet ve teslim etmiştir. Onları, devlete, şahsen mes’ûl olacak halefi gösterilmeden, kendiliğinden, istediğine terk ve teslim etmesi büyük bir hatadır, ağır muamele-i kanuniyeyi müstelzimdir. Bunları anlamış mıdır?

nutuk onyedinci bölüm

    9/14/2010 08:13:00 ÖS   No comments

Efendiler, Hilâfet makamının muhafazasında dinî ve siyasî menfaat ve zaruret bulunduğu zehâbında bulunan bazı zevâta verdiğim cevap



Hilâfet makamının muhafazası
Efendiler, hilâfet makamının muhafazasında, dinî ve siyasî menfaat ve zaruret bulunduğu zehâbında bulunan bazı zevât, arz ettiğim kararların alınmakta olduğu son dakikalarda, hilâfetin, tarafımdan deruhde edilmesi teklifinde bulundular.

Bu gibilere, icabı gibi, derhal red cevâbı vermiştim.


Bi’l-vesile, diğer bir noktayı da arz edeyim. Büyük Millet Meclisi, hilâfeti lâğvettiği zaman, Antalya Mebusu, ulemâdan Rasih Efendi, Hilâl-i Ahmer namına, Hindistan’da bulunan bir heyetin riyâsetinde idi. Rasih Efendi, Mısır’a uğrayarak Ankara ’ya avdet etti. Benden mülâkat talep ederek şu beyânâtta bulundu: “Seyahat ettiği memleketlerde, ehl-i İslâm, benim halife olmamı istiyormuş.. Sahib-i salâhiyet İslâm heyetleri, Rasih Efendi’yi, bana bu hususu tebliğ etmek için tevkil etmiş.” Rasih Efendi’ye verdiğim cevapta, İslâmların bana olan teveccüh ve muhabbetlerine teşekkür ettikten sonra, dedim ki: Zât-ı âliniz ulemâ-yı dindensiniz! Halife’nin reis-i devlet demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan tebaanın, bana îsâl ettiğiniz arzu ve tekliflerini ben, nasıl kabul edebilirim. Kabul ettim desem, buna, o tebaanın metbû’ları razı olur mu?! Halife’nin emir ve nehyi ifa olunur. Beni Halife yapmak isteyenler, emirlerimi infaza muktedir midirler? Binâenaleyh mevzuu, medlûlü olmayan mevhum bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?

Efendiler, açık ve kat’î söylemeliyim ki ehl-i İslâm’ı bir Halife heyulâsıyla hâlâ işgal ve iğfal gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak ehli İslâm’ın ve bilhassa Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna rabt-ı hayal eylemek de ancak ve ancak cehil ve gaflet eseri olabilir.

Rauf Beylerin, Vehip Paşaların, Çerkes Ethem ve Reşitlerin bütün yüz elliliklerin, mülga hilâfet ve saltanat hanedanı mensuplarının, bütün Türkiye düşmanlarının, el ele vererek aleyhimizdeki hararetli sa’y ü gayretleri, din gayretiyle mi vuku bulmaktadır? Hudutlarımıza yapışık, merkezlerle hâlâ Türkiye’yi mahvetmek için Mukaddes İhtilâl namı altında haydut çeteleri, su-i kast tertipleri ile çılgınca aleyhimizde çalışanların hakikaten maksatları mukaddes midir? Buna inanmak için cidden, kara cahil ve koyu gafil olmak lâzımdır.

Ümem-i İslâmiye’yi ve Türk milletini bu derekede farzetmek ve İslâm âleminin nezahet-i vicdaniyesinden, nezaket-i hulkiyesinden sefil ve caniyâne maksatlar için istifade yolunda devam eylemek artık o kadar kolay olmayacaktır. Küstahlığın da bir derecesi vardır.

nutuk onaltıncı bölüm

    9/14/2010 08:04:00 ÖS   No comments

Yemek esnasında, yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz! Dedim. Cumhuriyetin ilânı kararını nerede ve kimlere söyledim.



Cumhuriyet ilân edeceğiz
Yemek esnasında, yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz! Dedim. Hazır bulunan arkadaşlar, derhal fikrime iştirak ettiler. Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren, suret-i hareket hakkında, kısa bir program tespit ve arkadaşları tavzîf ettim.

Tespit ettiğim program ve verdiğim talimatın tatbikatını göreceksiniz!


Efendiler, görüyorsunuz ki Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davete ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onların zaten ve tâbiaten benimle bu hususta hem-fikir olduklarına şüphe etmiyordum. Halbuki o esnada Ankara’da bulunmayan bazı zevât, salâhiyetleri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden ve rey ve muvafakatleri alınmadan, Cumhuriyet’in ilân edilmiş olmasını vesile-i iğbirar ve iftirâk addettiler.

nutuk onbeşinci bölüm

    9/14/2010 08:01:00 ÖS   No comments

Meclis’teki muhâliflerin muhtelif tarzda, başka başka zeminler üzerinde hücum hazırlıklarında bulundukları yeni değildi. Meclisteki muhaliflerin muhtelif hücum hareketleri



Meclisteki muhaliflerin hücumları
Seyahate çıktığım tarihten bir gün sonra, “Hilâfet-i İslâmiye ve Büyük Millet Meclisi” unvanlı risalenin ortaya atıldığını, bütün Meclis’in ve milletin aleyhimize tahrik edilmek istenildiğini arz etmiştim.

Buna takaddüm eden bir manevra vardır ki henüz ondan bahsetmedim. 

Sebebi, Kânunuevvel 1922 ibtidâsında oynanmak istenen oyun, netâyici itibarıyla seyahatim esnasında da devam etmişti. Müsaade buyurursanız, bu meseleye dair burada hatıratınızı ihyâya vesile olacak birkaç söz söyleyeyim:

Muhterem Efendiler, üç mebus, intihâb-ı mebusan lâyiha-i kanuniyesinin ta’dîli hakkında bir teklif hazırlamışlar.. muh-teviyatına muttali olmuştum. 2 Kânunuevvel 1922 günü, Reis-i Sâni Doktor Adnan Bey riyâsetinde vuku bulan celsede, makam-ı riyâsetten şu hitap işitildi: “Efendim! İntihab-ı Mebusan Kanunu’nun ta’dîli hakkındaki teklifin şâyân-ı müzakere olduğuna dair Lâyiha Encümeni mazbatası var.” Bu hitap, “okunsun” sesleri ile karşılandı. İki mebus “Ehemmiyeti vardır. Okunmasını teklif ederiz.” diyerek, umumî sesleri tasrih ettiler.

Reis — Efendim! Bu teklif-i kanunînin okunmadan encümene havalesi teamüldendir, dedi.

nutuk ondördüncü bölüm

    9/14/2010 07:57:00 ÖS   No comments

Efendiler, 31 Teşrinievvel 338 günü Meclis ictimâ etmedi. Osmanlı saltanatının lağvı kararının verildiği gün Teşkilât-ı Esasiye, Şer'iye ve Adliye Encümenlerinin müşterek ictimâı



Osmanlı saltanatının lağvı
Bugün Müdafaa-i Hukuk Grubu ictimâı oldu. Bu ictimâda, Osmanlı saltanatının lağvı zarurî olduğu hakkında beyânâtta bulundum. 1 Teşrinisani 338 günü Meclis ictimâında aynı mesele, uzun münakaşalara ma’rûz kaldı. Meclis’te de mufassal beyânâtta bulunmak lüzumunu hissettim (Ves. 264). İslâm ve Türk tarihinden bahsederek hilâfet ve saltanatın ayrılabileceğini, hâkimiyet ve saltanat-ı milliye makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini, vakayi-i tarihiyeye müsteniden, izah ettim. Hulâgû’nun, Halife Mutasım’ı idam ederek dünya yüzünde, fiilen hilâfete hâtime verdiğini ve 924 tarih-i hicrîsinde 

Mısır’ı zapt eden Yavuz, orada unvanı halife olan bir mülteciye ehemmiyet vermeseydi, hilâfet unvanının, zamanımıza kadar miras kalmış bulunmayacağını, anlattım.


Bundan sonra, meseleye müteallik takrirler üç encümene: Teşkilât-ı Esasiye, Şer’iye ve Adliye Encümenlerine havale olundu. Bu üç encümen heyetinin bir araya gelip, bizim takip ettiğimiz maksada göre meseleyi hal ve intâc etmesi elbette, müşkil idi. Vaziyeti yakından ve bizzat takip etmek lâzım geldi.

nutuk onüçüncü bölüm

    9/14/2010 07:53:00 ÖS   No comments

Bizzat bana verilen bir telsiz telgrafta da İzmir’deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle müzâkerâtta bulunmak salâhiyetini verdiklerinden, hangi gün ve nerede mülâkat edebileceğim soruluyordu. Ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz'e vâsıl oldular



Akdeniz'e vâsıl oldular
Buna verdiğim cevapta da 9 Eylül 38’de Nif'te mülâkat edebileceğimizi bildirmiştim. Fi’l-hakika dediğim günde ben Nif’te bulundum. Fakat mülâkat isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e vâsıl olmuş bulunuyorlardı.

Muhterem Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu kâmilen imhâ veya esir eden ve bakiyetü’s-süyûfunu Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekâtımızı izah ve tavsif için söz söylemekten kendimi müstağni addederim.

Her safhasıyla düşünülmüş, ihzâr, idâre ve zaferle intâc edilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk zâbitân ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl fikrinin lâyemut abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun Başkumandanı olduğumdan, ilelebed mes’ûd ve bahtiyarım.


Efendiler, işte şimdi, diplomasi sahasına geçebiliriz. Gerçi askerî zaferimizden nâ-ümit olup daha evvel diplomasi tarîkiyle hall-i mesele kanaat ve iddiasında bulunanları, dediklerini yapmak hususunda biraz fazlaca intizârda bırakmış oldum. Maahaza bi’n-netice benim de diplomasi sahasında ciddî olarak tervîc-i mesâi ettiğimi görerek memnun olmaları lâzım gelirdi. Böyle olup olmadığını göreceğiz.

Ordularımız, İzmir ve Bursa’yı istirdâd ettikten sonra, Trakya ’yı da Yunan ordusundan tahlîs için İstanbul ve Çanakkale istikametlerinde yürüyüşlerine devam ederken o zaman İngiltere Başvekili bulunan Lloyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla, dominyonlara, kıtaat-ı muâvine talebi zımnında mürâcaat etmiş. Ondan sonraki fi’liyâta bakılırsa Lloyd George’un talebinin is’âf olunmadığını kabul etmek lâzım gelir.

nutuk onikinci bölüm

    9/14/2010 07:49:00 ÖS   No comments

Nutuk/12. bölüm/Ordunun başına geçmemi isteyenler fiilen ordunun başına geçmem teklifinde bulunanların, fikir ve maksatlarını, ikiye ayırmak mümkündür.



kumandanlığı deruhde etmem
Efendiler, fi’l-hakika tahmin ettiğim manevî mahzurlar der-akab görüldü. İlk teessür’at, Meclis’te tezâhür etti. Bilhassa muhâlifler bedbînane nutuklarla feryâda başladılar: “Ordu nereye gidiyor; millet nereye götürülüyor? Bu harekâtın elbette bir mes’ûlü vardır, o nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü elîm halin fecî vaziyetin âmil-i hakikîsini ordunun başında görmek isterdik.” diyorlardı.

Bu mealde irad-ı kelâm eden zevâtın ima ve ifade etmek istediklerinin, ben olduğuma, şüphe yoktu.


Nihayet Mersin Mebusu Salâhattin Bey, kürsüden benim ismimi telaffuz ederek “ordunun başına geçsin!” dedi. Bu teklife iştirak edenler çoğaldı. Buna muârız olanlar da vardı.

Efendiler, bu tehalüf-i efkârın esbâbı hakkında biraz izâhâtta bulunmak muvâfık olur. Bir defa, benim, fiilen ordunun başına geçmem teklifinde bulunanların, fikir ve maksatlarını, ikiye ayırmak mümkündür. Benim ve benimle beraber birçoklarının o zaman anladığımıza göre, bir kısım zevât, artık ordunun tamamen mağlûp olduğuna, vaziyetinin iadesine imkân kalmadığına, binâenaleyh davanın, takip ettiğimiz dava-yı millî’nin kaybolduğuna hükmetmişlerdi. Bu sebeplerle duydukları hiddet ve şiddeti, benim üzerimde teskin etmek istiyorlardı. İstiyorlardı ki kendi tasavvurlarına göre münhezim olmuş ve inhizâmı devam edecek olan ordunun başında benim de şahsiyetim münhezim olsun! Diğer bir kısım zevât, diyebilirim ki ekseriyet, bana olan emniyet ve itimatlarından dolayı, samimî olarak ordunun fiilen başına geçmemi arzu ediyorlardı.

Henüz fiilen kumandanlığı deruhde etmemi mahzurlu görenlerin de mütâlaası şu idi:


Ordunun, teâkub edecek herhangi bir muharebede muvaffak olamaması, tekrar ricât etmesi baîdü’l-ihtimal değildir. Bu vaziyetlerde ben, fiilen ordunun başında bulunursam, telâkki-i umumîye nazaran son ümidin de zevâl bulmuş olduğu gibi bir zihniyetin tevellüd etmesi ihtimali vardır. Halbuki henüz vaziyet-i umumiye, son tedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini istilzam edecek mahiyette değildir. Binâenaleyh, efkâr-ı umumiyede son ümidin mahfuziyeti için benim şahsen harekât-ı askeriyeyi idâre etmem zamanı gelmemiştir.

9/13/2010

nutuk onbirinci bölüm

    9/13/2010 06:12:00 ÖS   No comments

nutuk onbirinci bölüm belgesel videosu Londra Konferansı'na iştirak edecek murahhaslar doğrudan doğruya irâde-i milliyeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi tarafından intihap edilmelidir



Londra Konferansı'na iştirak
Şimdi arzu buyurursanız İstanbul ile muhabereye devam edelim.

Tevfik Paşa 27 Kânunusani tarihli telgrafnamesi muhteviy âtını 29 Kânunusani tarihli bir telgrafname ile tekrar etti. İcra Vekilleri Heyet-i Riyâseti’nden şu cevap verildi:

Ankara, 30.1.337
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretlerine
İtilâf siyasetinde Türkiye lehine vuku bulan inkişaf-ı ahîr, milletin azm-i fedakârîsi mahsulüdür. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Sevr Ahidnamesi’ni külliyen reddetmesi üzerine hâdis olan şu vaziyetten, menâfi-i milliyeye en muvâfık netâyic istihsali, Londra Konferansı’na iştirak edecek murahhasların doğrudan doğruya irâde-i milliyeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi tarafından intihap ve terhîs edilmiş olmasıyla kabildir. Sevr Muâhede-i meş’ûmesini imzalamış bir heyetin vâris-i hususîsi olan heyetiniz murahhaslarının, mülk ü millete nâfi şerâit istihsal edebilmeleri gayr-i mümkündür. Binâenaleyh, vatanın menâfi-i âliyesi icabı işbu müzâkerât-ı sulhiyede sizin aradan çıkarak Büyük Millet Meclisi murahhaslarını, vahdet-i milliyeyi tamamen irâe eder bir şekilde serbest bırakmaklığınız lâzımdır. Bu sebeple, evvelki tebligatımız hakkında cereyân edecek müzâkerâtı bir taraftan takip ve icrâ eylemekle beraber ber-vech-i âti mukarrerâtı müstacelen kabul ve tenfiz eylemeniz ricâ olunur:

1– Londra Konferansı’na iştirak edecek Türkiye heyet-i murahhasası, münhasıran Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından intihap ve i’zâm edilecektir.

2– İşbu heyet-i murahhasa refakatine verilmesini lüzumlu gördüğümüz bazı mütehassıs müşavirler ile evrak ve vesâik-i lâzime tarafınızdan ihzâr ve heyete iltihak etmek üzere i’zâm ve irsal edilecektir.

3– Tarafımızdan gönderilecek işbu heyet-i murahhasanın, umum Türkiye menâfiini temsil edecek yegâne heyet olduğunu da Düvel-i İtilâfiye’ye tebliğ edeceksiniz.

4– Vaktin darlığı hasebiyle kat’î ve nihaî olarak ittihâz edilen işbu mukarrerâtın adem-i tervîci halinde selâmet-i mülk ü millet namına terettüb edecek mes’ûliyet-i tarihiye tamamen heyetinize ait bulunacaktır.

İcra Vekilleri Heyeti Reisi
Fevzi
Efendiler, Tevfik Paşa’nın refîk-i mesâisi olup Ankara’da bulunan İzzet Paşa tarafından da bir telgraf yazılması faydalı olur zannında bulunduk. İzzet Paşa’nın telgrafı şu idi:

Şifre
Ankara, 30.1.337
İstanbul’da Tevfik Paşa Hazretlerine
Şubat evâhirinde Londra’da in’ikad edecek konferansa mütedâir Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle zât-ı sâmîleri arasında câri açık muhhaberât muhteviyâtına muttali bulunuyoruz. Heyetimizin dûçâr olduğu adem-i muvaffakiyet üzerine yine îrâd-ı mütâlaaya mücaseret müstelzim-i hacâlet olmakla beraber zât-ı fahîmanelerini vaziyet-i hakikiye ve burada hüküm-ferma nikat-ı nazar hakkında tenvîr etmeye sevk-i vatanperverîyle lüzum hissediyoruz. İstanbul’un taht-ı işgalde olması hasebiyle oradaki bir hükümetin menâfi-i esasiye-i milleti müdafaadan âciz olacağı buraca tabii görülmektedir. Ayrı iki heyet halinde konferansta isbât-ı vücut etmekten, bi’l-âhire Anadolu ile İstanbul’un tefrîkine yol açılacağı endişesiyle de tevakki edilmektedir. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri de telgrafnamelerindeki nikat-ı nazardan esas itibarıyla sarf-ı nazar etmeye salâhiyettar değildir. Anadolu’da avn-i hakla muhalefet ve isyanlar kesr ü izâle ve çeteler tenkîl olunarak kuvvetli bir ordu ve hükümet teşekkül etmiştir. Avrupa’yı, Sevr Muâhedesi’nin lehimize ta’dîline sevk edebilecek müzâkerâtın inkıtaına mahal verilmeyecek surette bî-dirîğ-i himmet buyurulmasnı hasbe’s-sadaka istirham eyleriz. Buradaki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin taraf-ı pâdişâhîden tanınması şart-ı esasisi bâki kalmak üzere teferruat ve zevâhire ait bazı hususât için dahi müdâvele-i efkâr imkânı mevcuttur. Bu imkânın ifâtesine mahal verilmemek üzere iş’âr-ı keyfiyet buyurulması maruzdur.

nutuk onuncu bölüm

    9/13/2010 05:58:00 ÖS   No comments

nutuk onuncu bölüm belgesel videosu Çerkes Ethem Bey ve kardeşleri zaman kazanmak için bizi iğfale çalışıyorlardı Hakikatte mesele hallolunmamıştı. Vereceğim izâhâttan anlaşılacaktır ki



Çerkes Ethem Bey
Çerkes Ethem Bey ve kardeşleri, zaman kazanmak için bizi iğfale çalışıyorlardı. Maksatları, mümkün olabildiği kadar yeniden kuvvet celp ve cem’ etmek ve Düzce’de bulunan Sarı Efe kuvvetlerini ve Lefke’de bulunan Gökbayrak taburunu kendine iltihak ettirmek ve Demirci Mehmet Efe’nin de kendisiyle beraber isyanını temîn etmek, bir taraftan da cephe kumandanlarını ıskat ve ordu zâbitânının ve efrâdının kendilerine mukabele etmemeleri için propagandaya fırsat bulmak istiyorlardı. Fi’l-hakika, Simav ve Havalisi Kumandanı, Simav’a gitmek üzere Kütahya’dan geçerken, Ethem ve Tevfik Beyler tarafından celp olunarak kendi emirleri altında ve gösterecekleri mahalde istihdam edilmek üzere Kütahya’da kalması emrolunmuştur. Bu emirlerinin teyidi lüzumunu da 10 Kânunuevvel 336’da Cephe Kumandanlığı’ndan temenni etmişlerdir. Görülüyor ki her şey hallolundu, denildiği halde mebdedeki adem-i itaat, aynen muhafaza edilmekte idi.

Ethem Bey, Konya, Ankara, Haymana dahil, her tarafa ellerinde hususî şifreler bulunan, irtibat zâbiti unvanıyla, birtakım memurlar göndererek yeniden silâh ve hayvan tedârikine başladı. Bunlara verdikleri vazife ve hükümet memurlarına yaptıkları tebliğler hakkında bir fikir edinmek üzere meselâ: 7 Kânunuevvel 336’da Ankara şimalinde Kalecik Kaymakamı’na yazdığı tezkereyi aynen okuyayım:

Kütahya, 7 Kânunuevvel 36
Kalecik Kazası Kaymakamı Cânib-i Vâlâsı’na
Kuvâ-yı Seyyare müfreze kumandanlarından olup zîrde künyesi muharrer İsmail Ağa, kaza-yı vâlâları dahilinde Kuvâ-yı Seyyare ’ye mensup olup mezun ve gayr-i mezun mücahidîn ile yeniden silâh ve hayvan tedârikiyle, iltihak edecek vatanperverleri alıp getirmek vazifesiyle memuren Kalecik’e i’zâm kılınmıştır. Kendisine her türlü teshîlât ve muâvenât-ı lâzime-i vataniyenin ifasını ricâ eylerim efendim.

Umum Kuvâ-yı Seyyare ve Kütahya Havalisi Kumandanı
Ethem
Garp Cephesi Kumandanı, Kuvâ-yı Seyyare Kumandanlığı’ndan mevcut cephane miktarını ve son Gördes muharebesinde ne miktar topçu cephanesi sarf edildiğini sorması üzerine, Kuvâ-yı Seyyare Kumandan Vekili Tevfik imzasıyla 11 Kânunuevvel 336’da “... Bu yazışınızdan bize emniyet etmediğinizi anlıyorum. Cephane ne yenir, ne içilir, ancak düşmana atılır. Bu emniyet meselesi vârid-i hâtır ise, cephane göndermeyebilirsiniz.” tarzında cevap verilmekte idi.

Efendiler, burada ufak bir noktaya dikkatinizi celp edeyim. Görüyorsunuz ki Ethem Bey, cephede ve kuvvetinin başında olduğu halde Tevfik Bey yine vekil sıfatıyla muhabere ve muamelede bulunuyor. Aynı kuvvet üzerinde, aynı salâhiyette iki kumandan...

Cephe Kumandanı, 13 tarihinde sorulan sual ve alınan cevap suretlerini berâ-yı ma’lumât bana göndermişti. Hükümetçe, miftâhı olmayan şifreler ve hususî şifreler istimâli umumiyetle men’ edilmişti. Halbuki Ethem Bey’in hususî memurları ve mebuslardan bazı arkadaşları, bu memnuiyete riayet etmeksizin, şifre muhhaberâtına devam etmekte idiler. bi’t-tabi bunlara mümânaat edildi. Bunun üzerine, Ethem Bey, İsmet Paşa’ya 13/14 Kânunuevvel 336 tarihli bir mürâcaatıyla “bazı ihtiyâcât ve sâire hakkında Ankara ve Eskişehir Kuvâ-yı Seyyare irtibat zâbitlerine verilen telgrafların tevkif edilmekte olduğu anlaşılmıştır. Muhhaberâtımızın men’ edilmesi veya müşkilâta uğratılması suretiyle vâki muamelenin lütfen izâlesini ricâ ederim” diyordu. Halbuki irtibat zâbitlerinin açık muhabereleri men’ edilmemişti. Men’ edilen hususî şifre muhaberesi idi. Bilhassa Ethem Bey’in bahsettiği Ankara ve Eskişehir’deki zâbitlerin hiçbir muhabereleri men’ edilmiş ve bu zâbitler tarafından Ethem Bey’e şikâyet vâki olmuş değildi. O günlerde Eskişehir’de keşîde ettirilmeyen bir hususî şifre vardı. Fakat o, kumandan ve mebus diye imza atan Ethem Bey’in bir arkadaşının şifresi idi. Onun için İsmet Paşa, Ethem Bey’e verdiği cevapta, bu husustaki muhbirin kim olduğunun iş’ârını talep etmişti.

nutuk dokuzuncu bölüm

    9/13/2010 05:55:00 ÖS   No comments

nutuk dokuzuncu bölüm belgesel videosu İstanbul'da mevki-i iktidara getirilen Tevfik Paşa Kabinesi bizimle temas ve münasebet arıyor



Tevfik Paşa Kabinesi
Bu telgrafnamede, İstanbul ile Zonguldak arasında Fransız telsiziyle muhabereye Fransız Mümessili’nin muvafakati alındığından bahis olunduktan sonra, “hükümet ile bir itilâf esası kabul olundu mu? Kabul olunduysa, nerede telâki mümkün ve oraya hangi tarîkle gelmek münasip olacağı” sorulmakta idi.

İstanbul Posta ve Telgraf Müdür-i Umumîsi Orhan Şemsettin imzalı 11 Teşrinisani 336 tarihli bir emir de Kastamonu Posta ve Telgraf Başmüdüriyeti’ne vürûd ediyordu. Bu emir Ereğli Müdüriyeti’ne gönderilen gayr-i resmî bir mektubun zarfından çıkıyordu. Emir aynen şudur:

Madde 1– Anadolu ile pâyitaht arasında telgraf muhaberâtının bir an evvel tesisi mültezemdir.

Madde 2– Bu maksadın temîni zımnında bir taraftan Sapanca ile Geyve arasındaki hatt-ı kebîr üzerinde kabil-i tamir olan tellerin sür’atle ıslahı ve diğer cihetten de mühim ameliyat ve inşaata ihtiyaç gösteren İzmit, Kandıra, İncili meyânesinin inşa ve tamirine başlanılması muvâfık görülmektedir.

Madde 3– Tamirat-ı mebhûseyi icraya memur olan İstanbul Fen Müfettişi Bekir Bey maiyetinde bir başçavuş ve mikdar-ı kâfi çavuşla İzmit’e müteheyyi-i harekettir.

Madde 4– Dahiliye Nezaret-i Celîlesinin vesikasını hâmil olan memûrîn-i mumaileyhümün hasbe’l-icâb herhangi tarafta ameliyata lüzum gördüklerinde haklarında müzâheret ve muâvenet-i lâzime ifası cihetinin taraf-ı behiyelerinden makam-ı âidiyle bi’l-muhabere temîni himem-i kâr-âgâhîlerinden muntazardır.

11 Teşrinisani 336
Bu telgraf üzerine, icap edenlere verdiğimiz emir, İstanbul ile temastan tevakki ve telgraf hatlarını tamir bahanesiyle gelen olursa tevkifi lüzumuna dairdi. Efendiler, İzzet Paşa’nın bi’l-vasıta gönderdiği şifre telgrafnamesine cevap vermeyi, memur-ı mahsusla gönderdiğimiz notların tarafından mütâlaa edilmiş olduğu haberine ta’lîk ediyordum. İzzet Paşa’nın, tarafımızdan verilen ma’lumâta muttali olduktan sonra da fikrinde sebat edip etmemekte olduğunu anlamak istiyordum. Bu husus anlaşıldıktan sonra, İzzet Paşa’ya aradaki vasıtalarla şu cevâbı verdim:

Zât-ı devletleri ve Salih Paşa Hazretlerinin de dahil bulunmaları muktezi olan heyetle en sehîl ve serî olarak Bilecik’te telâki mümkündür. İstanbul’dan ya Sapanca’ya kadar şimendifer ve oradan otomobille veyahut bahren Bursa’ya ve yine oradan otomobille Bilecik’e teşrif buyurulabilir. Mebhûs istikametler üzerinde şimdiden icap edenlere tebligat yapılmıştır. Kânunuevvel’in ikisine kadar Bilecik’te bulunacak vechile seyahatin tanzim buyurulmasını ve İstanbul’dan yevm ve tarîk-i hareketin şimdiye kadar kullanılan vasıta ile Zonguldak’a iş’âr buyurulmasını ricâ ederim. Seyahatin mümkün olduğu kadar dağdağasız icrası hatıra kabilinden arz olunur. 25/26 Teşrinisani 336.

Efendiler, İstanbul’da, 23/24 Teşrinisani 336 tarihinde yazılıp İstanbul’a muvâsalat etmiş olan memur-ı mahsusun imzasıyla İnebolu’ya gönderilen ve oradan 27 Teşrinisani’de Ankara’ya çekilen bir telgrafnamede, şu ma’lumât veriliyordu:

“Bugün 23.11.336’da İzzet Paşa nezdinde bulunduğum esnada, Hariciye Nâzırı, vaziyet-i ahîre-i siyasiye hakkında âtideki beyânâtta bulunmuştur:”

Yeni gelen İngiliz Sefiri, Ermenistan, Gürcistan ve bir zaman sonra İzmir mesâil-i mühimmesinde Hükümet-i Osmaniye lehine bir suret-i hallin temîn edileceğini söylemiş. Bu müsait vaziyetten istifade ederek memleketin temîn-i âtisine sarf-ı makderet edilerek bu fırsat kaybedilmemelidir. Şayet Ankara, zaman kazanmak arzusunda ise bile, bir temas hâsıl ederek mukarrerât-ı âtiye müştereken temîn edilmelidir.

Dedikten sonra şu satırlar ilâve olunuyor:

Beyânâta ilâveten İzzet Paşa’nın, kendisine tarafımızdan gönderilen hulâsada “şimdiye kadar olan mücadelâtın bugün bahş ve temîn etmekte olduğu müsaadelerden istifade vazifemizdir” cümlesine istinâden, eğer Anadolu, gönderilecek heyeti kabul etmezse, şahsen benimle temas ederek maksadımızı şahsen kararlaştırmalıyız. Buna da muvafakat etmedikleri takdirde, mevzu-i bahis cümledeki fikirden feragat anlaşılacağından artık Kabine’de bulunmayarak istifa edeceğini ve arzu edersek İstanbul’u nazar-ı dikkate almayarak kendisinin de Anadolu’ya geleceğini söylemiş.

Efendiler, aynı telgrafnamede, İstanbul matbûatında İzzet Paşa’ya atfen şu beyânâtın da intişar ettiği mündericti:

Hükümetin Anadolu’ya bir memur-ı mahsus i’zâmından maksadı Ankara’dakilerle bir temas hâsıl olup olmayacağını anlamak içindi. Avdet eden memur, bu temasın temîn edilebileceğini anlattı ve muhhaberât da temîn edildi. Tâbiatıyla icabının icrasına tevessül edeceğiz.

Bu tarz-ı beyânâtın, Anadolu’nun nokta-i nazarına muvâfık olamayacağı ve tekzîbi lâzım geldiği mütâlaasına karşı buna Kabine muvafakat etmemiş, maahaza İzzet Paşa, Tercüman-ı Hakikat gazetesiyle şu beyânâtta da bulunmuş:

Menâfi-i âliye-i memleket, şimdilik bu meselede matbûatın ihtiyâr-ı sükût etmesini âmirdir. Binâenaleyh bir iki gün daha beyânâtta bulunmakta mazurum.

Efendiler, Tevfik Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Salih Paşa, zamanın büyük adamları gibi tanınmışlardı. Millet bunları âkıl, müdebbir, dûr-endîş biliyordu. Bu sebeple, Damat Ferit Paşa çekilip de yerine ileri gelenleri bu zevâttan ibaret bir kabine mevki-i iktidara gelince, herkeste türlü türlü ümitler uyandı. Tevfik Paşa Kabinesi ilk anda Ankara ile temas ve münasebet arayınca, efkâr-ı umumiyede hüsn-i niyetine hükmolunmamak için sebep tasavvur olunamadı. Herkes, Tevfik Paşa Kabinesi’nin mevki-i iktidara gelmesini fâl-i hayr addetti. Bu kabinenin, memleket ve milletin azamî menâfiini temîn çare ve vasıtalarını bulmadan hükümete gelmiş olmalarını kabul etmek ve ettirmek cidden müşkil idi. Bâ-husûs, kendileri de İstanbul mahâfilinde ve matbûatta kullandıkları tarz-ı lisanla umûmun telâkkisini teyid edecek vaziyet almış bulunuyorlardı.

nutuk sekizinci bölüm

    9/13/2010 05:51:00 ÖS   No comments

nutuk sekizinci bölüm belgesel videosu Çerkes Ethem ve kardeşlerinin çıkardığı dedikodular Efendiler, her muvaffakiyetsizliğin sonunda, birtakım dedikoduların meydan almasına intizâr olunmalıdır.



Çerkes Ethem ve kardeşleri
Gediz muharebesinden sonra da vaziyet-i umumiye fecî bir manzara arz edince, her tarafta kîl ü kal ve haklı ve haksız tenkidât başladı.

Bazıları ve bilhassa Kuvâ-yı Seyyareciler, Ethem ve kardeşleri, bütün taksirâtı Cephe Kumandanı’na ve nizamiye fırkalarına atfen kendilerinin müşkil vaziyette bırakılmış olduklarını propaganda ettiriyorlar ve Ordu Kumandanı, hatalarını kapatmak için bize atf-ı kusur ediyor diyorlardı.

Ordu dahi Kuvâ-yı Seyyare’nin hiçbir iş yapmadığını ve yapmaya muktedir olmadığını ve muharebede verilen emirlere itaat etmediğini, daima tehlikeden uzak bulunduğunu iddia ve isbât ediyordu.

Efendiler, tekrar bıraktığım noktadan, izâhâta devam etmek üzere küçük bir vakayı burada zikretmeme müsaadenizi ricâ edeceğim. Malûmdur ki Büyük Millet Meclisi’nin hîn-i teessüsünde vaz’ olunan esâsâta göre, Heyet-i İcraiye namı verilen hükümetin azası, doğrudan doğruya ve ayrı ayrı Meclis tarafından intihap olunuyordu. Bu usûl, 4 Teşrinisani 336 tarihine kadar tatbik olundu. Bu bâbdaki kanun, ancak bu tarihte, “İcra Vekilleri, Büyük Millet Meclisi Reisi’nin, Meclis azalarından göstereceği namzetler meyânından, ekseriyet-i mutlaka ile intihap olunur” suretinde ta’dîl olundu.

nutuk yedinci bölüm

    9/13/2010 05:42:00 ÖS   No comments

nutuk yedinci bölüm belgesel videosu 9 Mayıs 336 günü Meclis’te hafî celse halinde izâhât verirken ve Fransız memurları ve heyetleri tarafından temas ve irtibat arandığını beyan ederken, mebuslardan biri, (hatıramda yanılmıyorsam, Çorum Mebusu merhum Fuat Bey) birkaç günden beri güya İstanbul, bizim ile anlaşmak istiyormuş, bu hususta ma’lumât verir misiniz? diye bir sual tevcîh etti.



İstanbul, bizim ile
Fi’l-hakika, o tarihten dört beş gün evvel, İstanbul’da, Leon isminde birisi Çanakkale üzerinden bizi aramıştı. Ankara’yı bulduktan ve bizim burada bulunduğumuzu anladıktan sonra dediler ki “söyleyeceğimiz şeyler gayet mühimdir. Onun için muhabereyi geceye ta’lîk edelim. Ordu merkezleri de aradan çekilsinler.” O gece görüşmediler. Fakat bir iki gece sonra tekrar aradılar. Bu defa karşımıza çıkan muhataptan, İzmir Vali-i Sâbıkı Nurettin Paşa imzasıyla bir telgraf verildi. Bu telgrafname muhteviyâtı şöyle idi: “Ben, iki arkadaşımla beraber, İstanbul’un sizinle anlaşmasına tavassut etmeyi menâfi-i vataniyeden addederim. Buradaki hükümet ve İngilizler buna muvafakat ettiler. Sizin de cevâb-ı muvafakatinize intizâr ederiz.” Nurettin Paşa, telgrafını Heyet-i Temsiliye Riyâseti’ne tevcîh ediyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve Hükümeti’nin teşekkül ve icra-yı faaliyete başladığından ve Büyük Millet Meclisi’nin mevcudiyet ve meşrû’iyetini teyid eden Hıyanet-i Vataniye Kanunu’ndan bîhaber görünüyordu. Nurettin Paşa’nın telgrafını, Müdafaa-i Milliye Vekili bulunan Fevzi Paşa Hazretlerine havale ettim. Müşarünileyh, Nurettin Paşa’ya cevap verdi. Bu cevâbında dedi ki “Telgrafınızı Heyet-i Temsiliye Riyâseti’ne keşîde etmekle henüz vaziyet-i hakikiyeye ıttılâ peyda edememiş olduğunuz anlaşılıyor.” ve vaziyeti izah ettikten sonra “İstanbul’da hangi makam, Ankara’da hangi makamla görüşmek istiyor.” dedi. Bu telgrafa imzasız gelen cevapta “telgrafnameyi yazan zevât şimdi burada değildir. Bunu bıraktılar, gittiler. Yarın saat onda size ma’lumât veririz.” deniliyordu. Bundan sonra Nurettin Paşa, ikinci defa olarak yine mürâcaat etti. Bu defa, “telgraf muhhaberâtıyla anlaşmak imkânı olmadığından, tarafınızdan sahib-i salâhiyet bir heyeti İstanbul’a gönderin, görüşelim ve anlaşalım” diyordu.

Efendiler, biz de cevâben dedik ki “pek doğrudur, hakikaten telgrafla anlaşmak mümkün değildir, fakat siz Mudanya’ya geliniz ve ne vakit gelebileceğinizi de bildiriniz. Bizim tarafımızdan da orada sahib-i salâhiyet zevât hazır bulunur. Bursa’ya da icap eden talimat verildi.” Ondan sonra, bir daha mürâcaat vâki olmadı. Hoca Müfit Efendi (Kırşehir), “Acaba hakikaten Nurettin Paşa mı idi” diye sordu. Ben de “Evet! Hakikaten Nurettin Paşa” cevâbını verdim.

Efendiler, Nurettin Paşa vasıtasıyla, İstanbul’un vuku bulan bu mürâcaatının, Anzavur’un Balıkesir mıntıkasında mağlûp edildiği ve Bolu’da muvaffakiyet istihsaline başlandığı günlere tesâdüf ettiğini de kayıt ve işaret etmeliyim.

nutuk altıncı bölüm

    9/13/2010 05:03:00 ÖS   No comments

nutuk altıncı bölüm belgesel videosu Hıyanet-i Vataniye Kanunu ve istiklâl mahkemeleri teşkili



Hıyanet-i Vataniye Kanunu
Efendiler, Meclis 29 Nisan 336 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu ve müteakib aylarda İstiklâl Mehâkimi Kanunlarını da vaz’ etmekle inkılâbın icâbât-ı tabiiyesine tevessül eylemiş oldu.

Efendiler, İstanbul’un işgalini müteakib başlayan birtakım menfî cereyânlara, vakalara, isyanlara temas etmiştik. Bunlar, serî bir surette memleketin her tarafında tezâhür ve tevâli etti.

İstanbul’da Damat Ferit Paşa, derhal yeniden mevki-i iktidara getirildi. Damat Ferit Paşa Kabinesi ve İstanbul’da bütün menfî ve hain teşekkülâtın vücuda getirdiği blok ve bu bloğun Anadolu dahilindeki tekmil isyan teşkilâtı ve bi’l-cümle düşmanlar ve Yunan ordusu, müştereken aleyhimize faaliyete geçtiler. Bu müşterek tecavüz politikasının talimatı da pâdişâh ve halifenin, düşman tayyareleri de dahil olduğu halde, her türlü vasıtalarla memlekete yağdırdığı “huruc ale’s-sultan” fetvası idi.

Bu umumî, mütenevvi ve hainâne savletlere karşı biz de daha Meclis açılmadan evvel, Afyonkarahisarı’nda, Eskişehir’de ve bütün hat boyunda bulunan ecnebi kıtaatını Anadolu’dan çıkarmakla Geyve, Lefke, Cerablus köprülerini tahrip etmekle ve Meclis ictimâ eder etmez Anadolu ulemâ-yı kirâmının fetvasını almakla mukabil tedâbîre geçtik.

nutuk beşinci bölüm

    9/13/2010 01:49:00 ÖS   No comments

nutuk beşinci bölüm belgesel videosu Efendiler, milletin âmâl ve makasidini da kısa bir programa esas olacak surette toplu bir tarzda ifadesi de görüşüldü.



Misak-ı Millî unvanı
Misak-ı Millî unvanı verilen bu programın ilk müsveddeleri de bir fikir vermek maksadıyla kaleme alındı. İstanbul Meclisi’nde bu esaslar hakikaten toplu bir surette tahrir ve tesbit olunmuştur.

Efendiler, her görüştüğümüz zat veyahut zevât, bizimle fikir ve kanaatte müttehid kalarak ayrılmışlardı. Fakat İstanbul Meclisi’nde, “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” diye bir grup teşekkül ettiğini işitmedik. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün cevap isterim!

Çünkü Efendiler, bu grubu teşkil etmeyi vicdan borcu, millet borcu bilmek vaziyet ve kabiliyetinde bulunan efendiler imansız idiler... cebîn idiler... cahil idiler.

İmansız idiler, çünkü âmâl-i milliyenin ciddiyet ve katiyetine ve bu âmâlin mesnedi olan teşkilât-ı milliyenin salâbetine inanmıyorlardı.

Cebîn idiler, çünkü teşkilât-ı milliyeye mensubiyeti dâi-i mehâlik görüyorlardı.

Cahil idiler, çünkü yegâne istinâdgâh-ı halâsın millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Pâdişâh’a tekâpû ederek, ecânibe hoş görünerek, mülâyim ve nazik davranarak, büyük gayelerin istihsal olunabileceği gafletini gösteriyorlardı.

nutuk dördüncü bölüm

    9/13/2010 01:46:00 ÖS   No comments

nutuk dördüncü bölüm belgesel videosu Efendiler, teşkilât-ı milliyenin tanzim ve tensîki mühimdi. Bunun için tedâbîr-i mahsusa ittihâz edildi. İntihabat münasebetiyle husûl bulan bazı ihtilâfât-ı efkârın izâlesi esbâbına tevessül olundu.



teşkilât-ı milliye
Maraş’ta bazı Çerkes vatandaşlar, güya Maraş’ın umum Çerkesleri namına Cebel-i Bereket “Guvernör”ünün Maraş’a i’zâmını, Ayıntap’ta Fransız Askerî Kumandanı’ndan telgrafla talep eylemişlerdi. Buna müsaade eden Maraş Mutasarrıfı’na teessüf edildi. Maraş eşrâf ve mütehayyizânının, mûmâileyh Guvernör geldiği takdirde, istikbâl eylememeleri lüzumu bildirildi. Hükümet-i merkeziyenin de nazar-ı dikkati celp olundu.

Bolu havalisinde asayişsizlik gittikçe artıyordu. İzmit’te, Asım Bey’den sonra, Birinci Fırka Kumandanı olan Rüştü Bey’e bu hususta talimat verildi. Efendiler, 20 Teşrinisani 335 tarihinde İstanbul’daki teşkilâtımızdan Kara Vasıf ve Miralay Şevket Bey imzalarıyla gelen bir şifrede: “Gebze Kaymakamı’nın muhâlif olduğu ve bu kaymakamın, envâ-i fecâyie cür’et eden Yahya Kaptan’ın fenalıklarını örtmeye ve sâireye başlayarak Kuvâ-yı Milliye’ye leke sürmeye sâi olduğu” bildiriliyor ve Kaymakamın becayişi mevzu-i bahis ediliyordu (Vesika: 197).

Biz de bu mütâlaaya samimiyetle iştirak ederek meselenin Cemal Paşa vasıtasıyla temînini, cevâben bildirdik (Vesika: 198).

Efendiler, bu Yahya Kaptan meselesi, inkılâb safahatından mühim birine dahil ve çok mânidar olduğu için biraz tafsilât vermeyi münasip görüyorum. Şimdiye kadar verilen ma’lumâttan anlaşılmış olacağına şüphe yoktur ki muhtelit, memzûc, müşterek düşmanların tatbikine çalıştıkları plânın mühim bir noktası da dahil-i memlekette asayişsizlik olduğunu ve anâsır-ı Hıristiyaniye’ye tecavüzatta bulunulduğu keyfiyetini, fiilî ve maddî âsar ve hâdisât ile enzâr-ı cihanda isbâta ve bu ef’âl ve harekâtın Kuvâ-yı Milliye tarafından ika’ edildiğini iknaa ma’tûf idi. Bu hafî ve habîs maksadın temîni için de malûmumuz olduğu vechile bir takım çeteler teşkil ederek, bilhassa ahali-i Hıristiyaniye üzerine saldırmak ve bu çetelerin ika’ edecekleri cinâyâtı, teşkilât-ı milliyeye atfetmek yolunu takib ediyorlardı. Bu teşebbüsât, az çok memleketin her tarafında filiz vermeye başlamakla beraber, en mühim inkişaf ve faaliyet, İstanbul’a kurbiyeti itibarıyla Biga, Balıkesir ve bilhassa İzmit, Adapazarı, Bolu havalisinde nazar-ı dikkati câlib bir manzara arz ediyordu.

Biz bu hainâne ve fakat –itiraf olunmalıdır ki– çok mâhirâne teşebbüse mukabil, fevkalâde tedbir ve teşebbüs almak mecburiyetinde kaldık. Çünkü hükümet-i merkeziye, bütün bu düşman teşebbüslerini fi’l-hakika, Kuvâ-yı Milliye’ye atfediyor ve tenkîlleri için tedâbîr-i şedîde ittihâz edecek yerde muttasıl, Heyet-i Temsiliye’yi tahtie ve tazyik ederek, bu âmil-i fecâyi olan düşman çetelerinin faaliyetine hitam vermeyi bizden talep ediyordu. Maa’t-teessüf hükümet, bu fikir ve kanaatini İstanbul’daki teşkilâtımız rüesâsına da tamamıyla zerk ve telkine muvaffak olabilmişti. Efendiler, bizim bilhassa İstanbul’a yakın olan İzmit mıntakasında tatbikini düşündüğümüz tedbir, orada müsellah millî müfrezeler teşkil etmek ve o havalide şâyân-ı emniyet olan kumandan ve zâbitlerimizin, bu millî müfrezelere muâvenet ve müzahereti ile hain çeteleri takip ederek mazarrat ve vücûdlarını izâle eylemek idi.

nutuk üçüncü bölüm

    9/13/2010 01:43:00 ÖS   No comments

nutuk üçüncü bölüm belgesel videosu Verdiğim bu talimat üzerine her yerde mitingler yapılmağa başlandı.



her yerde mitingler
Yalnız mahdûd yerlerde, bazı tevehhümât tesiriyle tereddüt edildiği anlaşılmıştır. Meselâ: On Beşinci Kolordu Kumandanı’nın, Trabzon hakkında gönderdiği 9 Haziran 335 tarihli şifreden (Vesika: 21): “Miting esnasında Rumların münâsebetsizliğine ma’rûz kalınması ve hiç yoktan bir hadise çıkması düşüncesine binâen mitinge karar verilmiş iken mevki-i fiile konulmadığı ... miting heyetinin ictimâında Strati, Polidi’nin de hazır bulunduğu” anlaşılıyordu.

Trabzon, Karadeniz sahilinde mühim bir merkez olduğundan orada millî teşebbüsât ve faaliyet hususlarında mütereddidâne hareket ve Yunanlılar aleyhinde tezâhürât-ı milliye müzâkerâtına Strati, Polidi Efendileri iştirak ettirmek gibi teşebbüsün adem-i ciddiyetine delâlet edecek gevşeklikler bi’t-tabi İstanbul ve düşmanlar için pek kıymetli emâreler telâkki edilir.

Verdiğim talimattaki nokta-i nazarı aleyhte kullanacak kadar mahâret gösterenler de oldu. Meselâ: Sinop’a yeni tayin olunan bir mutasarrıf, orada yapılan tezâhürâtı bizzat tedvîr ediyor ve miting mukarrerâtını bizzat yazıp ahâliye imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir suretini gönderiyor. Bu zatın zavallı ahâliye, gürültü patırdı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu: “Türkler terakki ve tekâmül edemedi ve Avrupa’nın esâsât-ı medeniyesini kabul ve temessül edemediyse bu da şimdiye kadar iyi bir idâreye mazhar olamamasından ileri gelmiştir. Türk milleti, ancak kendi pâdişâhının saltanat ve hâkimiyeti tahtında olmak şartıyla Avrupa’nın nezaret ve murakabesiyle teşekkül edecek bir idâre ile yaşayabilir.”

Efendiler, Sinop ahâlisi namına İtilâf Devletleri mümessillerine verilen 3 Haziran 1335 tarihli bu muhtıranın zîrindeki imzalara göz gezdirirken müftü vekili efendinin imzasını müteakib gördüğüm imza, arz ettiğim satırları yazan ve yazdıran ruhu bana keşfettirdi. O imza, Hürriyet ve İtilâf Fırkası Reis-i Sanisi olan zatın imzası idi.

nutuk ikinci bölüm

    9/13/2010 01:39:00 ÖS   No comments

nutuk ikinci bölüm belgesel videosu Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya gittim.



Amasya’ya gittim
Bu müddet zarfında bütün memlekette millî teşkilât vücuda getirilmesi lüzumunu ta’mîmen bi’l-cümle kumandanlara ve rüesâ-yı memûrîn-i mülkiyeye tebliğ ettim.

Şâyân-ı dikkattir ki İzmir’in ve bunu takiben Manisa’nın ve Aydın’ın işgali ve icrâ olunan tecâvüz ve mezâlim hakkında henüz millet tenevvür etmemiş ve mevcudiyet-i milliyeye vurulan bu fecî darbeye karşı alenen bir gûne teessür ve şikâyet izhâr olunmamıştı. Milletin bu haksız darbe karşısında sâkit ve hareketsiz kalması, elbette milletin lehinde tefsir olunamazdı. Onun için milleti ikaz edip harekete getirmek lâzımdı. Bu maksatla 28 Mayıs 335 tarihinde valilere ve müstakil mutasarrıflıklara, Erzurum’da On Beşinci Kolordu, Ankara’da Yirminci Kolordu ve Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Kumandanlıklarına, Konya’da Ordu Müfettişliği’ne ta’mîmen şu yolda tebligatta bulundum:

İzmir’in ve maalesef bunu takip eden Manisa ve Aydın’ın işgali, müstakbel tehlikeyi daha alenî ihsâs etmiştir. Tamamiyet-i mülkiyemizin muhafazası için, tezâhürât-ı milliyenin daha canlı olarak izhâr ve idâmesi lâzımdır. Hayat ve istiklâl-i milliyi rahnedâr eden işgal ve ilhak gibi hadiseler, bütün milleti dil-hûn etmektedir. Teessürât zapt olunamıyor. Kabil-i hazm ü tahammül olamayan bu ahvâlin derhal izâlesini, bütün medenî milletlerle büyük devletlerin adl ü tesirinden sabırsızlıkla intizâr zemininde önümüzdeki hafta zarfında ve muhtelif vilâyâta göre Pazartesi başlayıp Çarşamba günü mürâcaatın arkası alınmak üzere büyük ve heyecanlı mitingler akdiyle tezâhürât-ı milliyede bulunulması ve bunun tekmil mülhakata da teşmîli ve bütün düvel-i muazzama mümessilleriyle Bâbıâli’ye müessir telgraflar verilmesi ve ecnebî olan yerlerde ecnebilere de tesir yapılmakla beraber tezâhürât-ı milliyede âdâb ve sükûnetin fevkalâde mahfûziyeti ve Hıristiyan halka karşı bir taarruz ve nümâyiş ve husûmet gibi etvâr alınmaması elzemdir. Zât-ı âlilerinin bu fikirler etrafında hassas ve müessir bulunmaları cihetiyle işin hüsn-i idâresinden ve muvaffakiyetten âcizlerinde itminân-ı tâm mevcuttur. Neticesinin inbâ buyurulmasını ricâ eylerim.
© 2014 Video blogunuz. Designed by Bloggertheme9
Proudly Powered by Blogger.