belgesel izle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
belgesel izle etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12/26/2010

nazım hikmet kendi sesinden hayatı

    12/26/2010 07:37:00 ÖS   No comments

Nâzım Hikmet Ran, 20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu (aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih 15 Ocak 1902 olarak anılmış, kendisi de bunu benimsemiştir), 3 Haziran 1963'te Moskova'da öldü.



kendi sesinden hayatı
Dedesi Nâzım Paşa, valiliklerde bulunmuş, özgürlükçü, şairliği olan bir kişiydi.

Babası Hikmet Bey ise Mekteb-i Sultani (sonradan Galatasaray Lisesi) mezunu, önce ticaret yaşamını denemiş, başaramayınca Kalem-i Ecnebiye'ye (dışişleri) bağlanmış bir memurdu. Dilci, eğitimci Enver Paşa'nın kızı olan annesi Celile Hanım, Fransızca konuşan, piyano çalan, ressam denecek kadar iyi resim yapan bir kadındı.
Nazım, dedesinin de itelemesiyle şiirler yazmaya başlayan Nazım, 1919 yılında Heybeliada Bahriye Mektebi'ni bitirdi. Hamidiye Kruvazörü'nde güverte subayı iken, sağlık nedeniyle askerlikten ayrıldı, bu arada ilk şiirlerini yayımladı.

1921 başlarında Kurtuluş Savaşı'na katılmak için Anadolu'ya geçti, 


Bolu'da öğretmen olarak görevlendirildi. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldı. Burada siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1924'te yurda döndü. Aydınlık Gazetesinde yayınlanan yazı ve şiirleri yüzünden on beş yıl hapsi istenince yeniden Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928 Af Kanunu'ndan yararlanıp tekrar yurda döndü. Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. 1932'de yeniden dört yıl hapse mahkûm olduysa da, bu kez Onuncu Yıl Affı'ndan yararlandı. Gazetecilik yaptı, film stüdyolarında çalıştı. 1938'de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 


1950'de özgürlüğüne kavuştuysa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Askere alınması kararlaştırılınca Romanya üzerinden tekrar Moskova'ya gitti. 1951'de T.C. yurttaşlığından çıkarıldı. 3 Haziran 1963'te bir kalp krizi sonucu yaşama veda etti. Moskova'da Novodeviçye Mezarlığı'nda toprağa verildi...

9/19/2010

nutuk otuzikinci bölüm

    9/19/2010 10:39:00 ÖS   No comments

Refet Paşa Demirci Efe'nin maiyetine giriyor Efendiler, Nazilli’ye giden Refet Paşa, Demirci Mehmet Efe’den kumandayı almaya lüzum ve bunda bir faide görmemiş veyahut kim bilir, belki de kumandaya vaz’-ı yed ettirilmemiş?



Demirci Mehmet Efe
Demirci Efe’nin maiyetinde erkân-ı harp gibi ifa-yı vazife etmeyi daha faydalı ve müreccah görmüş... Refet Paşa bunu bize bildirdi. Mahallî şerâiti yakından görmüş olan bir zatın kararını nakz etmek ekseriya müşkildir. Çünkü ya hakikaten Refet Paşa’nın gördüğü ve tercih ettiği gibi, Efe’nin kumandasını idâme etmekte ve ona muâvin olmakta faide vardı veyahut Refet Paşa o cephenin kumandasına li-sebebin mine’l-esbâb vaz’-ı yed edemiyordu. Her iki ihtimale göre de behemehâl kumandayı al diye emir vermek bî-sûd olurdu.

Asıl garabet, bundan sonra görüldü. Bir müddet sonra Refet Paşa, Nazilli’den gaybûbet etti. 


Birkaç gün sonra Balıkesir’de olduğunu, birtakım ecnebi zâbitlerle münasebete girip girmemesini bizden sorması vesilesiyle anladık.

22 Kânunuevvel 335 tarihinde verdiğimiz cevapta: “Teşkilât-ı milliyeye mensup olanların, bilhassa Heyet-i Temsiliye’ye dahil âza tanınmış olmak haysiyetiyle kendisinin, hiçbir suretle temasını arzu etmediğimizi bildirdik.” Refet Paşa, tekrar gaybûbet etti. Nihayet bir gün Bursa’dan, Refet imzalı kısa bir telgraf aldık: “İstanbul üzerinden Bursa’ya geldim.”

Bu telgrafın bir türlü mânasını anlamıyordum. Refet Paşa’nın İstanbul ile ne münasebeti vardı? Bir de “Nazilli-Balıkesir-Bursa” yolu İstanbul’dan mı geçer? Bu muammayı bir türlü halledemedim. Nihayet mesele anlaşıldı.

Refet Paşa, Nazilli’yi terk ettikten ve Balıkesir’de Kâzım Paşa’ya uğradıktan sonra Bandırma’ya inmiş, oradan da bir Fransız torpidosuyla İstanbul’a gitmiş, orada bazı rüfekasıyla görüşmüş, ba’dehu Bursa’ya avdet eylemiş...

Efendiler, bu muammayı hâlâ, halledemiyorum. Bunda beni mazur göreceğinizi ümit ederim.


Refet Bey’in, bir İngiliz gemisiyle Samsun’a gelen Salâhattin Bey tarafından tebdil edildiği ve aynı gemi ile Refet Bey’in İstanbul’a avdeti talep olunduğu ve bunun üzerine, gitmeyip istifa eylediği ve İstanbul hükümetinin benim ile beraber kendisinin derdestiyle İstanbul’a i’zamımıza ta’mîmen emir verdiği malûmunuzdur. Bu kadar çok ma’lumâtla bir mechûlü halledememek, cebir bilenlerce pek de mazur görülmezse de benim, bu noktada izhâr-ı acz eylediğimi itiraf ederim. vâkıâ, Ferit Paşa Kabinesi yerine Ali Rıza Paşa Kabinesi kaim olmuştu. Fakat yeni kabinenin vesâit-i istihbâriye ve icraiyesinin evvelkinin aynı olduğu malûmunuzdur.

Efendiler, Refet Paşa’nın bu hafif hareketi, Aydın ve Salihli cephelerinde muntazam ordunun teşkiline kadar, ciddî bir sevk ve idâre tesis edilememesine bâis oldu.

nutuk otuzbirinci bölüm

    9/19/2010 10:36:00 ÖS   No comments

İstanbul'da Kuva-yi Milliye aleyhine tahrikât Bu hususta ilk hassasiyet ve inisiyatif gösteren Ankara oldu.



Kuva-yi Milliye aleyhine
Ankara Vali Vekili Yahya Galip Bey’in Sivas’a keşîde ettiği 15 Teşrinievvel 335 tarihli bir şifresini, merhum Hayati Bey’in imzasıyla diğer bir şifre içinde 22 Teşrinievvel’de Amasya’da aldım. O şifre aynen şudur:

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Paşa Hazretleri, biz mukadderâtımızı, ne böyle, milletin mukadderâtını bilmiyen hükümete ve ne de sümmettedârik gönderilecek valilere terk edemeyiz. Defaatle zât-ı âlilerine arz ettiğimiz düşünceler nazar-ı itibara alınmadığından dolayı hükümet-i merkeziye, mahûd Ferit Paşa Kabinesi’nin tayin edip de gönderemediği Bitlis Vali-i Sâbıkı Ziya Paşa’yı buraya ve hayat-ı memuriyetinde hiçbir mevcudiyet gösterememiş olan Suphi Bey’i de Konya’ya vali tayin etmek suretiyle ilk adımını atmaya başladı. İşte bu gibi mülahazata binâen, Meclis-i Mebusan teşekkül etmeden evvel hiçbir memuriyete hariçten kimsenin getirilmemesini geçende arz etmiş idik. Mademki hükümet-i hâzıra buraya yeniden vali göndermeye kıyâm etmiştir, şu halde buradaki harekât-ı milliyenin söndürülmesi iltizâm ediliyor demektir. Nasıl ki zât-ı âlileri askerlikten istifa ederek bir ferd-i millet gibi çalışmaya karar verdiniz, bendeniz de buradan çekilerek aynı surette milletimin vazifesini ifaya karar verdim. Vali gelinceye kadar vekâleti kime tevdî edeceğimi lütfen bildiriniz efendim.

15 Teşrinievvel 335
Ankara Vali Vekili
Yahya Galip
Bir gün sonra da 23 Teşrinievvel’de Cemal Paşa’nın 21 Teşrinievvel 335 tarihli şu telgrafını aldım:

Adet/419
Kadıköy, 21.10.35
Amasya’da Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Ankara’dan Belediye Reisi ve Müftü Efendi, hariçten gelecek valiyi kabul etmeyeceklerini Ankara’ya, Ankara’dan vali tayin olunması lüzumunu, kendi salâhiyetlerine binâen iddia ediyorlar. Böylece her taraftan ayrı ayrı metâlib dermeyanı hükümeti müşkil vaziyete sokmaktadır. Bedhâhân ve anâsır-ı sâire, bu gibi ahvâli türlü türlü tefsir ediyor. (...) Hükümete müzaheret vaati üzerine bu gibi hususların men’i lüzumunu ricâ ederim ve nasbı, irâde-i seniyeye iktirân eden valinin hareketi icap edeceği tabii takdir buyurulur.

Harbiye Nâzırı
Cemal
Fi’l-hakika, başta Müftü Efendi olduğu halde, (elyevm Diyanet İşleri Reisi bulunan muhterem Rıfat Efendi Hazretleri idi) Ankaralılar protesto mahiyetinde İstanbul’a mürâcaat etmişlerdi.

Ankara’yı teskin ederek, nüfûz-ı hükümeti kırmamak için telgraf başında birçok nasâyihte bulundum. Fakat Ankara’nın haklı olduğunu teslim etmemek mümkün değildi. Nihayet Cemal Paşa vasıtasıyla hükümete yazdığım telgraftan bahsederek alınacak cevâba kadar vaziyetin hüsn-i idâre edilmesini, Ankara’da Kolordu Kumandanı Vekili Mahmut Bey’e yazdım.

Bu noktada bi’l-münâsebe bir hakikati arz etmek muvâfık olur. Biz Heyet-i Temsiliye, hükümetin vaziyet ve mahiyetini pek âlâ anlamıştık. Erkân-ı hükümetten bazılarının, hükümete dahil olmaktan nâdim bulunduklarını ve bu gibilerin çekilmek için bahane aradıklarını da anlıyorduk. Bundan başka haricî ve dahilî düşmanların ve Pâdişâh’ın müttefikan, Ali Rıza Paşa Kabinesi yerine, kendi nokta-i nazarlarını açıktan açığa ve sür’atle tatbik edecek diğer bir kabineyi mevki-i iktidara getirmeye âzim bulunduklarından da gafil değildik ve bunun için de Ali Rıza Paşa Kabinesi’ni ehven-i şer buluyorduk. Bir de Ferit Paşa’nın sukutundan sonra, yeni kabine ile anlaşmak için geçen dört-beş gün zarfında bazı taraflardan mümkün olduğu kadar çabuk uyuşmak hususunda alınmış olan tavsiyeler de bizce nazar-ı dikkatte tutulması icap eden mâna ve mahiyette idi. Binâenaleyh, maksada emniyetle vâsıl oluncaya kadar, lüzum görülürse biraz da fedakârlık yapmak zaruretini hissediyorduk.

Mahmut Bey’e yazdığım şifrede bu noktalar da ima edilmişti (Vesika: 173)

Cemal Paşa’ya verdiğim cevâbı aynen arz edeceğim:

Şifre
Mahsustur, aceledir
Amasya 24.10.35
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine
C: 21.10.35 tarih ve 419 numaralı şifreye:

Ankara’dan Vali hakkında vuku bulmuş olan mürâcaat ve istirhamın, esbâb-ı âtiyeden neş’et ettiği anlaşılmıştır.


Şöyle ki: Dersaadet’ten alınan mevsûk haberlerde, İngilizler ile İngiliz Muhipler Cemiyeti ve İtilaf ve Hürriyet ve Nigehbâncıların, Hıristiyan anâsır ile teşrik-i mesâi eyledikleri ve Anadolu’ya birçok muhâlifler sevk ederek teşkilât-ı milliyeyi ihlal ve hükümet-i seniyeyi ıskat teşebbüsâtına giriştikleri ve bu erbâb-ı mefsedetin Adapazarı ve Bursa’dan hareket eyledikleri bildirildiği gibi, Adapazarı’nda da son günlerde bazı fi’liyât görülmesi mûcib-i endişe olmuştur. Konya’ya gönderilen Vali Suphi Bey’in, İngiliz Muhipler Cemiyeti İstanbul heyet-i idâresi azasından olduğunu, Konya’da Refet Bey’e ifade eylemiş bulunduğunun şüyû’u, hâsıl olan tereddüdü teşdid eylemiştir. Ankara vilâyetine tayin olan Ziya Paşa’nın meslek ve namusu hakkında bir şey denemezse de kendisinin ehliyet ve iktidarı da meşkûk görüldüğünden, Ankara vilâyeti gibi teşkilât ve harekât-ı milliyemizin en mühim merâkizinden biri olan mahalde, daha henüz vaziyetler tavazzuh edip sükûnet ve emniyet-i tâmme husûl bulmadan, buradaki mühim vaziyetin re’s-i kârına, tamamen mücerreb olmayan âciz bir valinin tayini, mûcib-i tereddüt olmuştur. Ankara’da bulunan Vali Vekili ve Kumandan ile Heyet-i Temsiliye arasında cereyân eden muhhaberât üzerine, hükümet-i hâzıranın her ne surette olursa olsun, evâmire ve icrââtına münkad olmak tabii görülmüş ve o yolda hareket edilmiş ise de doğrudan doğruya ahali, tasavvur ettikleri tehlikeye karşı verdikleri temînatı gayr-i kâfi görerek, emniyet-i tâmme husûlüne kadar kendilerince âmâl-i milliyeye mutavaatı mücerreb bulunan Vali Vekili’nin idâre-i memuriyetini elzem addederek, doğrudan doğruya hükümete mürâcaat eylemişlerdir. Son iş’âr-ı devletleri üzerine Ankara’da icap edenlerle tekrar müdâvele-i efkâr edilmiş hatta mehâzîri olsa dahi mahzâ nüfûz-ı hükümeti haleldar etmemek için, Ziya Paşa’nın hüsn-i kabulünün temînine çalışılmıştır. Ancak mehâlikten ve mefsedetkârâne cereyân eden ahvâlden fevkalâde mütevahhiş olan halkı tatmîn etmek mümkün olamamıştır.

Dahiliye Nâzırı Paşa hazretleri, içinde bulunduğumuz veziyetin nezaket ve ehemmiyetini düşmanlarımızın her ne kadar iblisâne ve faâlâne sarf-ı mesâi eylemekte olduklarını takdir buyurdukları şüphesiz bulunduğuna göre ve makam-ı nezareti yeni teşrif buyurmuş olmaları itibarıyla, layık-ı istihdam olan memûrîni tanımakta mazur oldukları gibi, Âdil Bey’in dahi müsteşarlığını yapmış olan Keşfi Bey’in, elân müsteşarlık makamında bulunması nazar-ı dikkate alınınca bilhassa rüesâ-yı memûrînin tayinin de ne dereceye kadar iltizâm-ı basiret olunması tahakkuk eder. Binâenaleyh Ziya Paşa’nın şimdilik i’zâm olunmaması hususunun temîn buyrulmasına delâlet-i sâmîleri ve neticesinin emr ü inbâ buyrulması ma’rûz ve müsterhamdır.

Mustafa Kemal
Efendiler, Ali Fuat Paşa, 28 Teşrinievvel 35 tarihli bir şifresiyle, İstanbul’daki teşkilâtımızın namıma gönderdikleri bir telgrafı bildirdi. Bu telgrafta verilen ma’lumât mühimdi.

Çerkes Bekir’in ihdâs ettiği ma’lûm vaka, Adapazarı civarında Kuvâ-yı Milliye aleyhinde mebde-i isyan telâkki edilmiş. Bundan ne suretle istifade olunacağı hakkında “Zât-ı Şâhâne, Ferit Paşa, Âdil Bey ve Sait Molla ile Ali Kemal Bey’den mürekkeb” bir heyet, birtakım tasavvurâtta bulunmuşlar.

Bu telgrafta, yukarıda ismi geçen Hikmet hakkında da izâhât veriliyordu. Bu Hikmet, iki ay mukaddem Amasya’dan Adapazarı’na gelmiş. O havalide öteden beri kendisine ve ailesine muhâlif olanların, teşkilât-ı milliyeye dahil olduğunu anlamış. Hikmet Bey, Amasya’dan geldiğini ve beni tanıdığını ve teşkilât-ı milliyeye ancak kendisinin mezun olduğunu ileri sürerek Sivas’la muhabereye kalkışmak ister. Muhâlif taraf mâni olur. Hikmet, muhâlif teşkilât yapar. Bunu hisseden Sait Molla, Hikmet’i elde edecek çareyi bulur. Kendisini Hıristiyanlar aleyhinde bir isyana teşvik eder.

Efendiler, Hikmet hakkında ve düşmanlarımızın Hıristiyanlar aleyhinde hareket tertiplerine dair verdiğim ma’lumât, bilahare temas edeceğimiz bazı vaziyetlerin suhûletle anlaşılmasına yarayacağı için zâid addolunmamasını ricâ ederim (Vesika: 174, 175).

Efendiler, bu ma’lumât üzerine Cemal Paşa’ya yazdığım telgrafın aynen manzûr-ı âlileri buyurulmasını arzu ederim:

Şifre
Sivas, 31.10.335
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine
Adapazarı havalisinde, hükümet ve teşkilât-ı milliye aleyhinde cereyân eden vaka malûm-ı samileridir. Bu vaka vahdet-i milliyenin azmi ve hükümet-i seniyenin tedâbîr-i musîbe ve kat’iyesi sayesinde bertaraf edilmiş ise de henüz oralarda tohum-ı fesâd mevcut bulunmaktadır. Milletin vahdeti karşısında tamamen mahv ü nâbûd olacağına şüphe yoktur. Ancak bu harekât-ı mefsedetkârânede Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzır-ı Sâbıkı Âdil ve Esbakı Ali Kemal Beyler ve Sait Molla’nın müşevvik ve mürettib oldukları anlaşılmıştır. Kendi hıyanet-i vataniyelerinden başka ma’rûzü’l-esâmi zevât, gayet büyük ve tehlikeli bir hata daha irtikâb eylemişlerdır. O da teşebbüsât-ı mel’anetkârânelerinden güya zât-ı akdes-i hümâyûnun da ma’lumâtdâr olduğunu işâa etmek gibi bir denâet-i kübradır. Kabine heyet-i muhteremesinden, kemâl-i hulûs ile ricâ ederiz. Vakt ü zamanıyla keyfiyeti suret-i münasibede zât-ı pâk-i hümâyûna arz eylesinler. Milletin ve teşkilâtının bu gibi erâcife elbette atf-ı ehemmiyet eylemiyeceği bedîdârdır. Erbâb-ı mefsedetin, yalanlarla, vahdet-i milliyeyi lekedar etmek istediklerini ileri sürerek, mahallinde hükümet-i seniye tarafından resmen tekzîbi suretiyle, her türlü su-i tefehhümün izâlesi ve bu eşhâs-ı muzırra hakkında tetkikat-ı lâzime bi’l-ifa takibat-ı kanuniyeye tevessül kılınması hayatî bir mesele addolunmaktadır efendim.

Heyet-i Temsiliye namına
Mustafa Kemal

9/17/2010

nutuk otuzuncu bölüm

    9/17/2010 10:45:00 ÖS   No comments

Sivas’ta pek de hoşa gitmeyen bir hadise cereyân etmiştir. Sivas'ta aleyhime yapılan bir teşebbüs: Şeyh Recep Vakası



Şeyh Recep Vakası
Yalnız, Efendiler; biz Amasya’ya gelmek üzere Sivas’tan ayrılır ayrılmaz, Sivas’ta pek de hoşa gitmeyen bir hadise cereyân etmiştir. Bu hadise hakkında kısaca arz-ı ma’lumât edeyim:

Amasya’ya muvâsalatımızda, İtilâf ve Hürriyetçilerin ecânible müştereken birtakım harekât-ı hıyanetkârâneye teşebbüs ettiklerine dair ma’lumât almıştık. Bunu derhal ta’mîmen tebliğ etmiştim. Sivas’ta da aleyhimde pâdişâha telgraf çekilmek gibi bir teşebbüs olduğunu istihbâr ettim fakat inanmadım. Elbette Heyet-i Temsiliye arkadaşlarımızın ve karargâhımıza mensup zevâtın, valinin ve sâirenin dikkati buna mânidir dedim.

Halbuki, Şeyh Recep ve rüfekasından Ahmet Kemal ve Celâl namında üç şahıs bir gece telgrafhanede, kendilerine mensup bir telgrafçı vasıtasıyla arzu ettikleri telgrafları çekmişler...

Fi’l-hakika, Amasya telgrafhanesinden Salih Paşa’ya ait şu telgrafı getirdiler:


16613 K
Sivas, 18 Teşrinievvel 35
82
Bahriye Nâzırı Devletlü Salih Paşa Hazretlerine
Yaver-i Hazret-i Şehriyarî Saadetlü
Naci Beyefendi Hazretlerine
Aylardan beri memleketimizde cereyân eden hali anlamak ve mahiyet-i meseleye vukûf peyda etmek üzere merkez-i vilâyete kadar ihtiyâr-ı zahmet buyurmanızı menâfi-i mülk ü millet namına cümleten istida ve mülk ü millet namına makine başına teşriflerini kemâl-i ubûdiyetle istirham eyleriz.

An evlâd-ı Şemseddin-i Sivasî
Recep Kâmil, Zaralızade Celâl
Ulema, eşrâf, tüccar ve esnaftan
mürekkeb yüz altmış mührü hâvidir
İlyaszade Ahmet Kemal
Bana da 19 Teşrinievvel 335 tarihli olan şu telgraf geldi:

Amasya’da Mustafa Kemal Paşa’ya

Ahalimiz, pâdişâh ve hükümet efkârını bizzat Salih Paşa’dan veyahut emin bir lisandan işitmedikçe, aradaki ihtilâfa hallolunmuş nazarıyla bakamayacaktır. Binâenaleyh iki şıktan birini ihtiyâra mecburiyetinizi arz ederiz.

İlyaszade
Ahmet Kemal
Zaralızade
Celâl
An evlâd-ı Şemseddin-i Sivasî
Recep Kâmil
Efendiler, biz bütün memleketi irşad ve tenvîr ile uğraşıyoruz. Fakat düşmanlarımız da bize mukabil her yerde ve hatta bizzat bulunduğumuz ve her suretle hâkim olduğumuz Sivas şehrinde bile habâsetlerini icrâ ettirebilecek denî vasıtalar bulmakta muvaffak olabiliyorlar.

Bütün ikazlarımıza, ihtarlarımıza rağmen şahsen gaybûbet eder etmez, Sivas’taki zevâtın görülen dalgınlığı her yerde ne kadar kayıtsızlıklar ve müsamahalar vuku bulmuş olduğuna çok güzel bir misâl teşkil eder.

19 Teşrinievvel günü Sivas’taki arkadaşlar, Heyet-i Temsiliye imzasıyla şu telgrafı veriyorlardı:

Amasya’da Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
Şeyh Recep ve rüfekasının zât-ı devletlerine çekilmek üzere telgrafhaneye şimdi verdikleri telgraf sureti aynen ber-vech-i zîr arz olunur:

Bu bâbda Topçu Binbaşısı Kemal Bey ayrıca tahkikat icrâ etmektedir.

Bu telgrafa, aldığımı arz ettiğim telgrafın suretini ilâve ediyorlar.

Sivas Telgraf Başmüdürü de aynı günde şu ma’lumâtı veriyor:

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine
An evlâd-ı Şemseddin-i Sivasî Recep, İlyaszade Ahmet Kemal ve Zaralızade Celâl imzalarıyla yazılan telgrafnameleri takdim ederim. Bu telgrafnameler gece getirilmiş ve memurlarımız ihafe edilerek yazdırılmıştır. Her ferdin şerâit-i mahsusa dairesinde telgraf yazmaya hakkı derkârdır. Ancak makine odasına rastgelenin girmesi memnu bulunmak şöyle dursun, memurların tehdit ve ihafesi gibi haysiyet ve vakar-ı hükümeti rencide edecek harekâta ictisâr etmek doğrusu kanuna isyan mahiyetindedir. Keyfiyeti vilâyet-i celîleye arz ettim ve memlekette tesis-i intizam için çalışmakta olan zât-ı devletlerine de arz-ı hal ederim. İhtiramat ve ta’zîmat-ı mahsusamın kabul buyurulması müsterhamdır.

19 Teşrinievvel 1919
Başmüdür
Lütfü

nutuk yirmidokuzuncu bölüm

    9/17/2010 10:42:00 ÖS   No comments

Efendiler, Rıza Paşa Kabinesi ve o kabinede Harbiye Nâzırı olan zat; Süngülerini milletin kalbine saplayan yabancıları misafir sayan bir harbiye nâzırı



milletin kalbine saplayan
Aziz vatanımızı işgal eden, süngülerini milletin kalbgâhına saplayan ecânibi, misafir kabul ediyor ve onlara mihmân-nüvâzâne ve mülâyimane harekette ıztır görüyor! Bu ne mütâlaadır, bu ne kafadır? Âmâl-i milliye bu muydu?

Harbiye Nâzırı, “hususiyle teşebbüsât-ı milliye su-i tefsiratına -dair- faaliyetlerin henüz kuvvetten düşmediği şu zamanlarda işaret eylediğim ihtiyatkârlıkların nâbemahâll olmadığı tasdik buyurulur” itikadında olduğunu söyleyerek, teşebbüsât-ı milliyenin îrâs-ı zarar eylemiş olduğunu ima ediyor ve bu yüzden hâsıl olan fenalığı tamir için tedbirlerinin nâbemahâll olmadığını bize de tasdik ettirmek mahâretini göstermeye çalışıyor. Harbiye Nâzırı, telgrafnamesini şu cümle ile ikmâl ediyor: “İsbât-ı âsâr-ı rüşd eylemiş olan millet-i necîbenin hâiz-i itimâdı bulunan hükümet-i hâzıra, icrâât-ı vâkıâsından âzâde-ser kaldıkça, harice karşı daha fazla ismâ-ı kelâm eyleyebileceği bedîhîyatına karşı Heyet-i Muhtereme-i Temsiliye’den, icrâât-ı hükümeti daha ziyade mürevvickâr bulunmalarını ricâ ederim.”

Efendiler, Cemal Paşa, hakikaten mühim noktalara temas ediyor: 


Evvelâ, milletin isbât-ı rüşd ettiğini söyleyerek bizim, millet namına delâlet ve irşadımıza ihtiyaç olmadığını ima ediyor ve bununla, bizi millet indinde fuzulî birtakım müdahaleciler telâkki ediyor. Saniyen; bizim, hükümeti âzâde-ser bırakmadığımızı ve bu yüzden harice karşı ismâ-ı kelâma mâni teşkil eylediğimizi ifade ediyor.

Efendiler, millet-i necîbemizin, rüşdünü isbât eden âsâr; Erzurum, Sivas Kongreleri ve bu Kongrelerde ittihâz eylediği mukarrerât ve bu mukarrerâtın tatbikine çalışmak sayesinde vahdet ve tesanüd kesbetmeye başlanması ve Sivas Kongresi’ni yapanları imhâya kalkışan Ferit Paşa Kabinesi’ni ıskat gibi ef’âl ve harekât ve teyakkuzdu.

Bu kadarla iktifâ etmek, bütün bu harekât ve faaliyette olduğu gibi bundan sonra da millete rehberlikte bulunmak vazife-i vicdaniyesinden sarf-ı nazar ederek, hükümeti âzâde-ser bırakabilmek ancak bir şartla mümkün olabilirdi. O da, âzâde-ser olmaya liyakati tahakkuk edecek, Millet Meclisi’ne müstenid millî bir kabinenin mukadderât-ı memleket ve milleti bi-hakkın tekeffül ettiğine kanaat idi. Milletin, “kahrolsun işgal” âvâze-i şikâyetini boğmaya çalışan, bî-hiss ü idrâk insanlardan mürekkeb, hayvan ve terkibinde hain bulunan bir heyetin, eblehâne ve echelâne ve miskinâne hareketlerinin seyircisi kalmak, erbâb-ı akl ü iz’an ve hamiyetten talep olunabilir miydi?!.

Bir de Efendiler, Cemal Paşa: “Milletin hâiz-i itimâdı bulunan hükümet-i hâzıra” sözüyle pek büyük ve alenî bir yalan irtikâb ediyordu. Milletin hükümete itimâdı henüz tahakkuk etmemişti. Bu söz, ancak ve hiç olmazsa Millet Meclisi huzurunda Kabine itimat reyi aldıktan sonra telaffuz olunabilirdi. Halbuki henüz Millet Meclisi’nin azaları bile intihap olunmuş değildi.

Harbiye Nâzırı, bu sözü telâffuz ettiği dakikada, yalnız bir zatın hâiz-i itimâdı bulunuyorlardı. O zat da devlet riyâsetini telvis etmekte bulunan hain Vahideddin idi.

Heyet-i Temsiliye’nin, kendileriyle, itilâfa lüzum görmüş olması, millet namına ihrâzı itimat gibi telâkki etmek istiyor ve maksûdları bu idiyse, milletin kendilerine vasıta-i itimâdı olan bu heyeti aradan çıkarmaya çalışmaya ihtiyaç nedendi?

nutuk yirmisekizinci bölüm

    9/17/2010 10:37:00 ÖS   No comments

General Harbord Heyeti ve generale verdiğim cevap Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki memleketimizde ve Kafkasya’da tetkikat yapmak üzere Amerika Hükümeti, General Harbord’un taht-ı riyâsetinde bir heyet göndermişti.



General Harbord Heyeti
Bu heyet Sivas’a geldi. 22 Eylül 335 günü General Harbord ile uzun uzadıya mükâlemede bulunduk. General’e, harekât-ı milliyenin maksat ve gayesi ve teşkilât ve vahdet-i milliyenin sebeb-i zuhûru, anâsır-ı gayr-i Müslime’ye karşı olan hissiyât ve ecnebilerin memleketimizdeki menfî propagandası ve icrââtı hakkında mufassalan ve müdellelen beyânâtta bulundum. General’in bazı garip suallerine de muhatap kaldım. Meselâ, millet kabil-i tasavvur her türlü teşebbüsât ve fedakârlıkta bulunduktan sonra dahi muvaffak olunamazsa ne yapacaksın? Verdiğim cevapta –hatıramda aldanmıyorsam– demiştim ki:

Bir millet mevcudiyet ve istiklâlini temîn için kabil-i tasavvur olan teşebbüsât ve fedakârlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. 


Ya muvaffak olamazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Binâenaleyh millet, berhayat oldukça ve teşebbüsât-ı fedakâranesine devam eyledikçe adem-i muvaffakiyet mevzu-i bahis olamaz.

General’in sorduğu sualden maksûd-ı aslînin ne olabileceğini araştırmak istemedim. Fakat verdiğim cevâbın tarafından takdirle karşılandığını bugün bi’l-vesile zikretmek isterim.
© 2014 Video blogunuz. Designed by Bloggertheme9
Proudly Powered by Blogger.